22 Mayıs 2016 Pazar

Din Ahlakı Herkesin Çözüm Getiren İnsan Olmasını Sağlar

Kuran'da anlatılanlara uymak insanlara olaylara çözüm getirebilen, her konuda akılcı hareket eden bir yapı kazandırır. Bu nedenle din ahlakını yaşayan bir insan, konu her ne olursa olsun, ne derece tıkanmış gözükürse gözüksün çözümsüz olmaz. Bu yüzden din ahlakının yaşandığı bir toplumda hiçbir zaman aşılması imkansız olan bir engel, çözümü mümkün olmayan bir duruma rastlanmaz.
Kuran ahlakı yaşanmadığında akıl gereği gibi devreye girmediğinden, bir mümin için çok kolay çözümlenebilecek konular başkaları için büyük sorun oluşturur. Din ahlakını yaşamayan insanların yaşamlarının her safhası böyle sorunlarla, dertlerle doludur. Sorunlar, çözüm aranmaktan ziyade, katlanmaya alışılmış ve günlük hayatın doğal bir parçası olarak benimsenmişlerdir. Çözümsüzlük dinden uzak insanların her hallerine yansır. Sürekli umutsuz, şikayetçi bir yapıları vardır. Ama sorunlara çözüm bulmak akıllarına gelmez. Gelse de çok kısıtlı düşündükleri için genelde akılcı bir çözüm üretemezler.
Ayrıca çözümsüzlük din ahlakından uzak toplumlarda adeta meşru bir mazeret olarak kabul edilir. İnsan sorumsuzluğunu, gayretsizliğini, ilgisizliğini ve akılsızlığını çözümsüzlüğün arkasına saklanarak örtmeye çalışır. Özellikle iş yerlerinde herkes kendi yaptığı işi çok karışık ve çözümsüz göstermeye çalışır. Böylece çok zor bir iş yapıldığı izlenimi verilir. Hatalar, ihmaller ve başarısızlıklar da bu şekilde meşrulaştırılmaya çalışılır.
Kuran ahlakından uzak toplumlarda konuların gereği gibi çözülememesinin en önemli nedeni, herkesin kendi kişisel sorunlarıyla dahi başa çıkamamış olmasıdır. Din ahlakı yaşanmadığı takdirde, nefsinin nefsinin hakimiyetine giren insan yalnızca onun emirlerini yerine getirmeye çalışacağı için, başkalarına veya topluma faydalı olma gibi bir kaygısı zaten olmayacaktır. Her durumda ve ortamda nefsinin çıkarlarını gözetmeye, genelin menfaatleri için ise en az sıkıntıya girmeye, minimum derecede emek harcamaya, masraf yapmaya ve sorumluluk almaya yönelik düşünecektir.
Ortak bir çözüm aranan en basit bir konu bile, çok rahatlıkla halledilebileceği halde altından kalkılamaz. Herkes kendini ön plana çıkarmak, kendi fikirlerini kabul ettirmek, kendi komplekslerini tatmin etmek, son sözü söyleyen olmak gibi endişe ve beklentilerle hareket ettiği için asıl konu bir türlü çözüme kavuşamaz. Din ahlakını yaşamayanların sorunlara çözüm getirememelerinin ardında yatan, aralarındaki ayrılık ve çekişmeden bir ayette şöyle bahsedilir:
... Kendi aralarındaki çarpışmaları ise pek şiddetlidir. Sen onları birlik sanırsın, oysa kalpleri paramparçadır. Bu, şüphesiz onların akletmeyen bir kavim olmaları dolayısıyla böyledir. (Haşr Suresi, 14)
Televizyondaki çeşitli açık oturum programlarında bunun örneklerini görmek mümkündür. Bir konu hakkında saatlerce hatta bazen sabahlara kadar tartışıldığı olur. Herkes tartışmacı bir ruh haline sahip olduğu için kimse birbirinin fikirlerini kolay kolay kabul etmez. Bir kimse bir başkasının fikrinin doğru olduğuna kanaati gelse bile bunu kabullenmeyi gururuna yediremediğinden ona muhalefet etmeye hatta o fikri küçümsemeye çalışır.
Çünkü önemli olan doğrunun bulunması değil, doğruyu kendisinin söylemesi, son noktayı kendisinin koymasıdır. Tartışmacılar kendi bilgi ve birikimlerini ön plana çıkaracak birçok tali konulara girerler. Çünkü asıl amaç böyle bir fırsat yakalamışken mümkün olduğunca kendini sergileyebilmektir. Tartışmacılar sürekli ana konudan uzaklaşırlar ve saatler sonunda da hiçbir mesafe katedemediklerini, hiçbir çözüme ulaşamadıklarını görürler. Aksine daha da başka çözümsüz sorunlar, ihtilaflar, fikir ayrılıkları ortaya dökülür. Zaten daha en başta amaçları çözüm bulmak değildir. Önemli olanın tartışmak, konuşmak, herkesin fikrini söylemesi olduğu türünden boş felsefeler geliştirir, kendilerini avuturlar. Tartışılan konuların ise hala hiçbir çözüme kavuşmamış, asıl amacın gerçekleşmemiş olmasında bir gariplik görmez, hatta bunu çok doğal karşılarlar.
Müminler ise herşeyin hesabını Allah'a vereceklerini bildikleri için her durumda en akılcı, en vicdanlı ve en düşünceli tavrıları gösterir, en isabetli kararları alır, en doğru çözümü bulurlar. Kuran'ın kendilerine kazandırdığı üstün ahlak, yüksek sorumluluk duygusu ve ince düşünme kabiliyeti doğrultusunda hareket ettikleri için sorunları çok çabuk sonuca bağlar, hiçbir noktada takılmazlar. İşleri aralarında istişare ederek, birbirlerinin akıllarından istifade ederek hallederler. (Şura Suresi, 38) Her konuda, Allah'ın en çok hoşnut olacağı en hayırlı tercihi yaparlar. Kendi nefislerinin hoşuna gitmese, şahsi menfaatlerine ters düşse dahi, haktan, adaletten, en doğrusunu yapmaktan taviz vermezler.
Yalnızca Allah'a kulluk ettikleri ve herşeyin karşılığını yalnızca Allah'tan bekledikleri için, yaptıkları işlerde insanların hoşnutluğunu ve beğenisini kazanma, ön plana çıkma, itibar kazanma, takdir görme, dikkat çekme, gösteriş yapma gibi basit tavırlara tenezzül etmezler. Bu yüzden yaptıkları işlerde, aldıkları kararlarda sürekli olarak Allah'ın desteğini, yardımını ve bereketini görürler.
Allah'tan çok korkup sakındıkları için neyin doğru neyin yanlış olacağını hemen teşhis edip (Enfal Suresi, 29) en doğru kararı ve çözümü bulurlar. Yine Allah'tan korkup sakındıkları için Allah onlara "bir çıkış yolu" (Talak Suresi, 2) gösterir ve "işlerinde bir kolaylık" (Talak Suresi, 4) sağlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder