22 Mayıs 2016 Pazar

Din Ahlakı Yaşandığında Toplumsal Yaşantı Nasıl Olur?

Din ahlakının varlığı, Allah sevgisini beraberinde getireceği için bu, tüm insanlarda çok olumlu ve güzel bir etki yapar. Herkes Allah'ın rızasını kazanmak için güzel ahlak gösterir, birbirini Allah rızası için sever, sayar. Toplumun geneline şefkat, merhamet, hoşgörü hakim olur. İnsanlar Allah'ın emri doğrultusunda hayırlarda yarışırlar.
Diğer yandan Allah korkusu sayesinde herkes ahlaksızlıklardan ve kötülüklerden kaçınır. Asırlardır engellenemeyen, önü alınamayan her türlü olumsuzluk bir anda biter. Dinin sıcaklığı ve ruhu her yere hakim olur. Elbette burada kastedilen Kuran'da ve Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde bildirilen gerçek dindir ve bu din ahlakının samimi olarak yaşanmasıdır.
Bir toplumun varlığında ailenin rolü çok büyüktür. Din ahlakının tam anlamıyla yaşandığı bir ortamda daha önceki konularda belirtildiği gibi aile ilişkileri çok güzelleşir, hakiki sevgi, saygı yaşanır. Aile olmazsa devletin de milletin de anlamı kalmaz. Bunlar birbirleriyle çok bağlantılı kavramlardır. Aile yıkılınca millet kavramı da yok olur, devlet de zarar görür. Bu durum domino taşları gibi böyle devam eder. Nitekim din ahlakının yaşanmadığı toplumlarda insanların isyancı kişiliklere büründükleri, anarşist eylemlerde bulundukları, devlete karşı cephe aldıkları bilinen bir gerçektir. Özellikle de milli ve manevi değerlerin korunması gerektiği durumlarda, Allah korkusu olmayan insanların umursuz davranacakları kesindir. Milli ve manevi çıkarlarla kendi çıkarları arasında bir kıyas yapmaları gerektiğinde din ahlakından uzak insanların kolaylıkla nefislerini tercih edecekleri açıktır. Bu, gerektiğinde vatana ve millete hizmet etmekten, onun uğrunda mücadele etmekten kaçınmaya, hatta bölücü faaliyetlerde bulunmaya kadar geniş bir yelpazede düşünülebilir. Oysa din ahlakını yaşayan insanlar için devlet ve millet kavramları çok büyük değere sahiptir. Gerektiğinde devleti için kişi canını tehlikeye atar, devletinin, milletinin çıkarlarını şahsi menfaatlerinden üstün görür. Milli ve manevi değerlerini canla başla korur.
Zulüm
... Ey insanlar, sizin taşkınlığınız, ancak kendi aleyhinizedir. Bu dünya hayatının geçici metaıdır. Sonra dönüşünüz Bizedir, Biz de yaptıklarınızı size haber vereceğiz. (Yunus Suresi, 23)
Din ahlakının yaşandığı bir ortamda öğrenciler de devlete, millete karşı saygı ve sevgi dolu olurlar. Değil bu mukaddes kurumlara karşı mücadele vermek, tam tersine destek olup, yardım ederler. Günümüzde olduğu gibi askere, polise saldırmazlar, tam tersine devleti koruyan, savunan bu görevlilere karşı son derece hürmetkar ve yardımcı olurlar. Toplum genelinde devlete, orduya ve polise karşı tam bir güven ve sahip çıkma gelişir. Öğrenci olayları, kardeş kavgaları, sağ sol çatışmaları gibi problemler ortadan kalkar. Çünkü kimsenin anlaşamadığı, çekiştiği, savaştığı bir husus kalmaz. Herkes Allah'ın kitabına iman eder, onda bildirilen güzel ahlak anlayışını benimser, sonuçta da kimse birbiriyle ters düşmez. Sorunların çözümünde herkes kendisini karşısındakinin yerine koyar, merhamet eder, hoşgörüyle yaklaşır. Böylece her problem kısa sürede güzellikle hallolur.
Devlet böyle bir ortamda çok rahat yönetilir. Ülke çok daha güvenli ve müreffeh bir hale gelir. İdareciler de insanlara karşı çok adil, merhametli olurlar, her türlü adaletsizlik ortadan kalkar. Dolayısıyla kendileri de çok saygı görürler. Böyle devletler de çok güçlü ve sarsılmaz bir temele sahip olurlar.
Zulüm
Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katı’ndan bir veli gönder, bize Katı’ndan bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz? (Nisa Suresi, 75)
Fakir insanlar
Dünya üzerindeki açlık, sefalet, katliam ve zulümlerin temelinde, bütün bunları "normal" ve hatta "gerekli" gören bir zihniyet yatmaktadır. Bu zihniyet, bazı insanlar olağanüstü bir lüks ve sefahat içinde yaşarken diğerlerinin açlıktan ölmesini, zavallı kadın ve çocukların sırf farklı bir milletten oldukları için öldürülmesini, dünyada daimi bir çatışma ve savaş yaşanmasını gerekli görmekte, bunu "hayatın kuralı" saymaktadır. Oysa bu zulümler, hayatın kuralı değil, dinsizliğin kuralıdır. Allah'ın insanlara öğrettiği güzel ahlak yaşandığında ve dünyaya vahşet yerine merhamet, zulüm yerine adalet dolduğunda, tüm bu acı tablolar da ortadan kalkacaktır.
Din ahlakı yaşanmadığında ise baba oğula, oğul babaya düşman olur, kardeş kardeşe düşer, işçi patrona, işveren işçiye düşman olur. Anarşi yüzünden fabrikalar, iş yerleri çalışmaz, hasar görür. Sosyal anarşi olur, fakir kesimler zenginlere saldırır, zenginler fakirleri ellerinden geldiğince sömürmeye çalışır. Çesitli meslek grupları diğerlerine saldırır. Toplum kargaşalardan, anlaşmazlıklardan, anarşiden geçilmez. Tüm bunların nedeni insanların Allah korkularının olmamasıdır. Allah korkusu olmayan insanlar rahatça haksızlık, adaletsizlik yapabilmekte, cinayet işleyebilmekte, benzeri görülmemiş zulüm ve gaddarlıkları yapmaktan çekinmemektedirler. Üstelik vicdan azabı dahi duymadan, yaptıkları vahşetten pişman olmadıklarını söyleyebilmektedirler. Oysa karşılığında ahirette sonsuz cehennem azabı olduğuna inanan bir kişi bu fiilleri asla işleyemez. Kuran ahlakı yaşandığında bu saydığımız olumsuzlukların hiçbiri kalmaz. Herşey sükunetle, güzellikle, adaletle halledilir. Adli olaylar olmaz, karakollar, adliyeler neredeyse hiç iş yapmaz hale gelirler.
İnsanların rahat ve huzurlu olmasıyla birlikte topluma her alanda bereket gelir. Bilimsel faaliyetler artar, yeni buluşlar yapılır, teknoloji, kültür ve refah seviyesi çok yükselir. Çünkü insanların aklının üstündeki baskı gidince rahatlarlar, özgür ve rahat düşünme kabiliyetleri gelişir. Güzel ahlakın yaşanmasıyla birlikte insanların mallarına, paralarına, yaptıkları işlere, ticarete, tarıma, endüstriye bereket gelir. Kalkınma hemen her alanda görülür.
Sanatsal faaliyetlerde de büyük atılımlar yapılır. Günlük sıkıntı, sorun ve endişelerden hayal güçleri, düşünce sınırları kavruklaşmış insanlar, din ahlakının yaşanmasıyla birlikte bu sıkıntılardan kurtulurlar. Dolayısıyla sanat kabiliyetleri gelişir, hayal güçleri zenginleşir. Allah'ın Kendi ruhundan üfürdüğünün ve kendisine sonsuza kadar kalması için ihtişamla, sanatla, bin bir çeşit nimetlerle dolu cennetini vaat ettiğinin bilincinde olan bir insan pek tabii ki sanattan ve estetikten en üst düzeyde zevk alabilecek bir ruha sahip olacaktır. Ruhunda bunun zevkini derinlemesine yaşayacak ve daha fazla zevk almak için çaba gösterecektir. Ayrıca çevresindeki insanlara duyduğu sevgi ve saygı da bu kişilere güzellikler sunma azmini arttıracak, bu konuda büyük bir şevk verecektir. Bu nedenle din ahlakının gerçek anlamda yaşandığı ve Kuran'a tam manasıyla uyulduğu bir ortamda her türlü sanatsal akım hızla gelişir.
Ama din ahlakını yaşamayan insanların ruhlarını zenginleştirip, güzelleştirme gibi bir gayeleri de yoktur. Çevrelerine güzellik sunma konusunda ise kesinlikle şevklenmezler. Çünkü çevrelerindeki insanları kökeni maymunlara dayalı ve sonunda yok olup gidecek varlıklar olarak değerlendirirler. Onların tek amaçları nefsani isteklerini, hayvani güdülerini tatmin edebilmektir. Bunların peşinden gitmek de insanın ruhunu geliştirmez, tam tersine köreltir. Bu tür insanların sanata hiçbir katkıları olamayacağı gibi güzel sanattan zevk almaları, sanatı takdir etmeleri de mümkün değildir. Sanattan zevk almayan, estetik anlayışları bulunmayan insanlardan oluşan bir toplumda sanatçılar da şevk ve azimlerini yitirirler. Ancak para ve çıkar karşılığında yaptıkları için de gerçek anlamda bir sanat eseri ortaya koyamazlar.
Sonuçta din ahlakı hiçbir katıp karıştırma olmadan, samimi olarak Kuran'da tarif edildiği şekilde yaşandığında dünya bir nevi cennet ortamına dönüşür. İnsanların asırlardır özlemini duydukları, ulaşmak için gayret ettikleri fakat çok uzak gördükleri toplumsal saadet bir anda gerçekleşir.
Laleler

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder